Suzanne Belperron: Mücevher Sanatının Sessiz Devrimcisi

“Benim tarzım benim imzamdır.”

Suzanne Belperron bu sözüyle yalnızca bir cümle değil, mücevher tarihinin yönünü değiştiren bir manifesto bırakmıştı ardında. Yirminci yüzyılın en özgün tasarımcılarından biri olan Belperron, Coco Chanel’in moda dünyasında yarattığı devrimi mücevher sanatında gerçekleştirdi. Onun eserleri sadece takı değil, heykelsi formlarda şekillenen duygulardı — zamanın ötesinde, kadın zarafetinin ve iç gücünün somut hâli.

26 Eylül 1900’de Fransa’nın Saint-Claude kentinde Madeleine Suzanne Vuillerme adıyla dünyaya gelen Belperron’un yeteneği, annesinin desteğiyle Besançon’daki Güzel Sanatlar Okulu’nda filizlendi. Henüz öğrenciyken kazandığı ödüller, onun çizgiyle değil, hacimle düşünen bir sanatçı olacağını kanıtlıyordu.

1919’da, Paris’in yaratıcı enerjisiyle tanıştığında, kader onu dönemin en önemli mücevher evlerinden Maison René Boivin’e götürdü. Burada Jeanne Boivin’in yanında çalışmaya başlayan genç Suzanne, kısa sürede efsanevi bir unvana kavuştu: eş direktör.

Bu dönemde mücevher dünyası hâlâ erkeklerin yönettiği, tasarımcıların anonim kaldığı bir evrendi. Fakat Belperron, sahneye kendi adını taşıyarak çıktı. 1932 yılında, “isimsizlik kültürüne” meydan okuyarak Boivin’den ayrıldı. Parisli inci ve taş tüccarı Bernard Herz ile çalışmaya başladığında, sonunda kendi sesini bulmuştu. Cesaretiyle, René Boivin’in geleneksel estetiğini dönüştürdü; sert Art Deco çizgilerini, akıcı formlarla ve kadınsı kıvrımlarla yumuşattı. Heykel sanatını mücevherle birleştiren ilk kadındı.

Herz’in Maison’u altında tasarladığı koleksiyonlar, Cartier, Boucheron ve Van Cleef & Arpels gibi devlerin arasında özgün bir yıldız gibi parladı.

Belperron’un 59 rue de Châteaudun’daki gizli salonuna yalnızca randevu ile girilebiliyordu. Adres, kulaktan kulağa fısıldanırdı; çünkü orası bir butik değil, bir sanat mabediydi.

Müşterileri arasında dönemin zarafet ikonları vardı: the Duchess of Windsor, the Begum Aga Khan, the Maharani of Baroda, Baroness de Rothschild, Elsa Schiaparelli, Nina Ricci, Daisy Fellowes, Ganna Walska ve Merle Oberon.

Bu isimlere eşlik eden Fred Astaire, Gary Cooper, Lauren Bacall, Diana Vreeland ve Karl Lagerfeld gibi isimler de onun hayranları arasındaydı.

Bir terzi titizliğiyle çalışan Belperron, müşterilerinin yüz hatlarını, ten tonlarını ve el biçimlerini ölçer; mücevherlerini adeta onlar için “dikerdi”. Onun tasarımları, bir kadının ruhunu taşıyacak kadar kişisel; bir sanat eserinin heykelsi bütünlüğüne sahipti.

Dönemin modası metalin akışkanlığını taklit etmeye çalışırken, o katılığı kucakladı — doğrudan taştan oyulmuş, zamana direnen formlar yarattı.

Klips broşlar onun sahnesiydi: çiçekler, spiral kabuklar, yelpaze biçimleri, zarif yapraklar… Büyük klipsli küpeleri o kadar ağırdı ki, ağırlığı dağıtan yeni bir çift klips sistemi icat etti. Bileziklerinde iki halkayı birleştiren heykelsi yapılar kullandı; yüzüklerinde ise oyulmuş yarı değerli taşların içine yerleştirilmiş elmaslar parıldıyordu.

Belperron’un işinde doğa vardı — ama süs olarak değil, biçim olarak. Böcek kanatlarının zarif eğrileri, deniz kabuklarının spiral yapısı, çiçeklerin ritmik simetrisi onun mücevherlerine dönüşüyordu.

Bu nedenle, onun mücevherleri yalnızca göz kamaştırmaz; dokunmak, hissetmek istersiniz.

İkinci Dünya Savaşı başladığında, Paris işgal altındaydı. Ortağı Bernard Herz Yahudi olduğu için tutuklandığında, Suzanne Belperron şirketi kendi adına devraldı. Gestapo’nun eline geçmemesi için müşteri listesinin önemli sayfalarını yutarak kurtardığı söylenir — gerçek bir cesaret hikâyesi.

Herz’in Auschwitz’te hayatını kaybetmesinin ardından, Belperron savaş boyunca Paris’te kaldı ve direnişe destek verdi.

Savaş sonrası Herz’in oğlu Jean ile ortaklığını yeniden kurdu; Herz-Belperron evi, 1974’e kadar dönemin en seçkin mücevher markalarından biri olarak varlığını sürdürdü.

1963’te, Fransa hükümeti tarafından Légion d’Honneur nişanıyla onurlandırıldı.

Belperron hiçbir eserine imza atmadı. Çünkü onun inancına göre, “tarz” zaten bir imzaydı.

Mücevherlerinin üretiminde Groëné et Darde atölyesiyle çalıştı; parçalar üzerindeki “zambak” sembolü, bugün Belperron’un sessiz işareti olarak bilinir.

1983’te vefat ettiğinde, adı neredeyse unutulmuştu. Fakat 1987’de Windsor Düşesi’nin mücevherlerinin Sotheby’s müzayedesinde satışa çıkmasıyla, bir efsane yeniden doğdu.

1990’larda Jean Herz ve Jean-Pierre Brun’un arşivleri sayesinde tasarımlarının kimliği yeniden doğrulandı. 1999’da Verdura’nın sahibi Ward Landrigan, Belperron’un tüm tasarım arşivini satın alarak markayı yeniden canlandırdı. Bugün o mirası, oğlu Nico Landrigan yönetiyor.

Bugün Belperron adı, New York’un 745 Fifth Avenue adresinde yeniden hayat buluyor. Daniel Romualdez’in tasarladığı, siyah lake panellerle bezenmiş şık salon, Paris’in 1930’lardaki zarafetini çağrıştırıyor. Burada, Suzanne Belperron’un 9.300’den fazla tasarımını içeren arşivinden seçilmiş parçalar; 22 ayar altının ham dokusuyla, onun ruhuna sadık biçimde üretiliyor.

Yorum bırakın