Boucheron ile Kurduğum Bağı Bir Kez Daha Derinleştiren Koleksiyon: Impermanence

Boucheron’un benim için neden her zaman özel bir yerde durduğunu, sanırım bu satırları okuyanlar artık biliyor. Bu yüzden 2025 Carte Blanche koleksiyonu Impermanence’ı ele alırken, yalnızca yeni bir yüksek mücevher koleksiyonundan değil; markanın yıllardır tutarlılıkla inşa ettiği bir düşünce dünyasının yeni bir ifadesinden söz ediyor olacağım.

Claire Choisne’un yaratıcı direktörlüğünde şekillenen Impermanence, doğayı en görkemli hâlinde değil, yok olmadan hemen önceki kırılgan anlarında ele alıyor. Koleksiyon, kalıcılığı yüceltmek yerine geçiciliği anlamaya ve değerini hatırlamaya odaklı. Bu yaklaşım, Japon estetik felsefesi wabi-sabi ve çiçek düzenleme sanatı ikebanadan besleniyor; kusurun, asimetrinin ve geçip giden anların içindeki sessiz güzelliği görünür kılıyor.

Koleksiyon, ışıktan karanlığa değil; karanlıktan ışığa doğru ilerleyen altı botanik kompozisyondan oluşuyor. Toplam 28 dönüştürülebilir yüksek mücevher parçası, bu anlatıyı vücutta taşınabilir hâle getirirken, izleyiciyi de bilinçli bir zaman yolculuğuna davet ediyor.

Bu noktada kompozisyonların ters sırayla sunulması tesadüf değil; Impermanence’ın kavramsal omurgasını oluşturan bilinçli bir anlatı tercihi. Claire Choisne, doğanın hikâyesini alışıldık biçimde başlangıçtan sona doğru anlatmak yerine, ışığın neredeyse tamamen kaybolduğu noktadan başlatıyor. En karanlık kompozisyon olan gelincikten itibaren, her bir düzenleme ışığın yavaş yavaş geri döndüğü bir evreyi temsil ediyor. Bu ters zaman kurgusu, izleyiciyi önce kayıpla yüzleştiriyor, ardından hâlâ var olanın değerini hatırlatıyor. Doğayı idealize edilmiş bir başlangıç anında değil, en kırılgan hâlinde okumaya davet eden bu yaklaşım, koleksiyonun temel sorusunu sessizce ortaya koyuyor: Işık tamamen sönmeden önce, neyi korumayı seçiyoruz?

Kompozisyon No:1 – Gelincik, Tatlı Bezelye, Kelebek

Koleksiyonun başlangıç noktası, aynı zamanda en karanlık anı. Gelincik, bu serinin en yenilikçi teknik unsurunu barındırıyor. Mat siyah titanyum taç yaprakların iç yüzeyi, Vantablack ile kaplanmış durumda (ışığın yaklaşık %99,9’unu emen, mikroskobik karbon yapılardan oluşan ve neredeyse hiçbir yansıma bırakmayan, bugüne kadar geliştirilmiş en koyu malzemelerden biri). Işık burada neredeyse tamamen yok ediliyor.

Çiçeğin merkezi, bazıları düz bazıları ters yerleştirilmiş siyah spinellerle bezelidir. Oniks ve siyah aventurin camdan oyulmuş bezelye çiçekleri, bu mutlak karanlığın içinde bile formun ve zarafetin varlığını koruduğunu gösterir. Şeffaf siyah camdan yapılmış kelebek kanatları ise, yok oluşun eşiğinde bile hafifliğin mümkün olduğuna dair sessiz bir işaret bırakır.

Kompozisyon No:2 – Manolya, Çubuk Böceği

Karanlığın ardından ışık, temkinli bir şekilde geri dönmeye başlar. Gerçek bir manolyanın taranmasıyla elde edilen form, alüminyumdan üretilerek doğal yatay siluetini koruyor. Siyah seramik kaplama ve doğrusal pavé elmaslar, yüzeyde hayaletimsi bir parlaklık yaratmaktadır.

Beyaz altından üretilmiş ve elmaslarla süslenmiş çubuk böceği, bu ışık–gölge dengesinin içinde neredeyse canlıymış hissi uyandırıyor. Kompozisyon, gerçekçilik ile soyutluk arasında ince bir çizgide ilerler.

Kompozisyon No:3 – İris, Mor Salkım, Geyik Böceği

Bu aşamada siyah, tek bir ton olmaktan çıkar; mat ve parlak yüzeyler arasında çoğalır. İrisin taç yapraklarında farklı siyah dokular yan yana kullanılırken, beyaz altına mıhlanan elmaslar çiçeğin konturlarını ince çizgilerle vurguluyor.

Mor salkım, seramik, titanyum ve alüminyumun birleşimiyle yalnızca 150 gram ağırlığında üretilmiştir. Beyaz seramik ve pavé elmaslar, yaprak ve taç yapraklarda ışığın yeniden hissedilmesini sağlar. Kompozisyonun alt bölümüne yerleştirilen geyik böceği ise formuyla doğanın daha katı ve dayanıklı tarafına işaret etmektedir.

Kompozisyon No:4 – Sıklamen, Yulaf, Tırtıl, Kelebek

Işık artık daha görünür hâle geliyor. Yaklaşık 700 gül kesim elmasla bezeli beyaz altın sıklamen taç yaprakları, elmaslardan yapılmış bir vitray hissi yaratıyor. Siyah kaplamalı titanyumdan üretilen yulaf sapı, elmaslarla süslenmiş başakçıklarıyla hareket hissini güçlendirir.

Bu ekosistemde yer alan tırtıl ve kelebek, yalnızca estetik unsurlar değil; dönüşümün ve yaşam döngüsünün sembolleri olarak konumlanmaktadır.

Kompozisyon No:5 – Devedikeni, Gergedan Böceği

Koleksiyonun teknik açıdan en çarpıcı anlarından biri. Bitki bazlı reçineyle 3D baskı yöntemi kullanılarak üretilen devedikeni çiçek başları, metal altyapı olmaksızın 800’den fazla elmasın elde tek tek “dikilmesiyle” mıhlanmıştır. Bu noktada mücevher, bir nesneden çok bir süreç hâline gelir.

Beyaz altın ve elmaslarla üretilen gergedan böceği, kompozisyona direnç ve yapı hissi katıyor. Sertlik ile zarafet arasındaki denge, burada en net hâlini alır.

Kompozisyon No:6 – Lale, Okaliptüs, Yusufçuk

Serinin sonu, aynı zamanda en hafif ve en şeffaf noktasıdır. Lale ve okaliptüs dalları, yalnızca iki milimetre inceliğe kadar elle çekilmiş borosilikat camdan üretilmiştir. Neredeyse görünmez bu yapı, varlıkla yokluk arasında asılı duruyormuş hissi yaratıyor.

Beyaz altın ve elmaslardan oluşan yusufçuk, bu kırılgan ekosisteme sessizce yerleşmekte. Camdan elde üretilmiş vazo, bu geçici dünyanın taşıyıcısıdır. Işık burada tam anlamıyla geri dönmez; ama hâlâ vardır.

Impermanence, Boucheron’un yalnızca mücevher üreten bir maison olmadığını; düşünce, duyarlılık ve sorumluluk alanında da söz söyleyen bir marka olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Doğanın geçiciliğini izlerken, onu koruma gerekliliğini yüksek sesle değil, zarif bir fısıltıyla dile getiriyor. Benim için zaten özel bir yerde duran Boucheron’un, bu koleksiyonla o bağı daha da derinleştirmesi ise şaşırtıcı değil; aksine son derece tutarlı.

Yorum bırakın